Tanburî Refik Hakan Talu ile Röportaj
- Zennur Calik
- 27 Nis 2022
- 6 dakikada okunur
Röportaj – Rukiye Kurt, Latife Süleyman, Zennur Çalık

Klasik Türk Müziği; birçok kültürle tanış olup onlarla harmanlanan bir milletin; sevgilerini, serzenişlerini, özlemlerini dile getirdiği aslî kimliğinin musikisi. Güftesini okuyunca kendimizden bir parça bulduğumuz, bestesini dinleyince ummânlara daldığımız bu musikiyi, tanburu ile günümüzde temsil eden TRT İstanbul Radyosu sanatçısı Tanburî Refik Hakan Talu hocamızla çok kıymetli bir sohbet gerçekleştirdik. Musikiden edebiyata, edebiyattan hayata dair gerçekleştirdiğimiz sohbeti takdimimizdir.
Hocam, eserlerinizi beğenerek dinliyoruz. Sizin yetiştiğiniz zemini çok merak ettik. 1960’da Üsküdar’da dünyaya geliyorsunuz hayatınızın ilerleyen dönemlerini sizden dinleyebilir miyiz?
Çerkez bir aile bizimkisi. İstanbul’a geldiklerinde bir müddet Fatih’te oturuyorlar sonra Üsküdar’a geliyorlar. Aslında bizde bir müzisyen yok ama, soyumuzu yazar Recaizâde Mahmut Ekrem’in soyuna bağlayanlar var. Çocukluğum Üsküdar’da geçti, Haydarpaşa Lisesi’nde dört sene okuduktan sonra konservatuvar imtihanına girdim. İmtihanı ilk sene kazanamayınca ikinci sene tekrar girdim, onda da yedeklerden kazandım. O yedeklerin çoğu bugün müzisyen oldu ama diğerleri müzisyenliğe devam etmeyip farklı alanlarda hayatlarına devam ettiler. Biz, bir devrin en önemli hocalarıyla beraber olduk. Onların katkısı ve biraz da içten gelen azimle bu seviyeye ulaşabildik. Ben talebeyken nerde bir Mevlevi ayini olsa merak eder, gidip orada çalmak isterdim. Mevlevilikle ailemin bir bağlantısı da yoktu, dediğim gibi içten gelen bir hisle oluyor her şey. Ben ayinlerde çalmaya başladığımda Selman Dede vardı, son postnişindir. Yüksek Lisans yaparken yine hocalarımdan bir tanesi Bekir Sıtkı Sezgin’di, hocalarımızdan yana çok şanslıydık. Niyazi Sayın’ı talebeyken gidip dinleme imkânımız oluyordu. Mevlevihane ile birlikte Osmanlı’nın son dönemindeki şahısları da tanıma fırsatım oldu. Sonra 1986 senesinin sonunda radyo imtihanına girdik, 4 kişi kazandık biz imtihanı. Orada da çok güzel zamanlarımız oldu.
Belli bir dönem Türk Müziği kaldırıldı. Türk müziği kaldırılınca, yasaklanınca bizim kültürümüzdeki o şaheserler unutturuldu. İşte bu yüzden, bizim kültürümüzde olmayan yeni müzikler ortaya çıktı.
Sanatın, musikinin kişiliğinize olan katkılarına sözleriniz arasında az çok değindiniz ama biz biraz daha bu konuya yoğunlaşmak istiyoruz. Sizin musikiye yüklediğiniz anlamlar nelerdir, bununla birlikte sanatçının görevi sizce nedir?
Benim gibi insanların yani bir yere gelmiş kişilerin muhakkak etrafına örnek olması lazım. Yaşantısıyla, icrasıyla, bütün hayatıyla örnek olması lazım. Çünkü biz de örnek alarak büyüdük. Bu birincisiydi. İkincisine gelecek olursak ben kendimi şöyle tanıtıyorum; ben hikâyeler anlatan bir insanım. Bazen yazarak anlatıyorum, bazen tanbur çalarak anlatıyorum, bazen okuyarak anlatıyorum. Ne anlatıyorum peki? Burada bir sandık var ve onun içinde 500 yıllık bir müzik var. Ben buradan sayfaları buluyor alıp çıkartıyorum, bak burada Dede Efendi diye biri var. Kurban bayramında doğup Mina’da vefat eden biri… Sana onun bir eserini çalayım diyorum ve onu anlatmaya başlıyorum. Ben gençlere bizim kültürümüzü tanıtmaya çalışıyorum. Anlatabildiğim kadar, okuduğum ve yaşayabildiğim kadar bu müzik kültürünü anlatmaya çalışıyorum. 3 kişi kazansak bize yeter, onlar da 30 kişiye anlatır. Bu böyle gider.
Türk müziğine İstanbul merkezli, hatta daha da özelleştirirsek Yenikapı merkezli bir bakış açınız var. Bize bu bakış açınızın oluşumunu anlatabilir misiniz?
Bizim müziğimizin birçok ismi var maalesef; Türk Müziği, Klasik Türk Müziği, Fasıl Müzik, Geleneksel Müzik… Ancak bizim müziğimizin bir makam sistemi vardır. Mesela rast makamı… Bunun ana kalıbı bellidir, nereye gidersek gidelim rast makamı aynı formattadır. İşte bu sistem müzisyenlerin farklı coğrafyalarda yaşamalarına rağmen aynı müziği küçük farklarla çalabilmesini sağlar.
Fetihten sonra İstanbul’un başkent olmasıyla birlikte bütün kültür İstanbul’da toplanmaya başlamıştır. Bütün müzisyenler de kültür başkenti olan İstanbul’a gelip besteler yapmış, müziklerini burada icra etmişlerdir. İşte o dönemde, evlerde müzik dersleri verilmeye devam edilmiş, sefarethanelerde de müzik varlığını hissettirmiştir.
Ben İstanbul’u biraz daha küçültüyor Yenikapı’ya geliyorum. 1597 yılında kurulan bu mevlevihanede ilk gördüğümüz bestekâr Yenikapı’da yaşayan Buhurîzade Mustafa Itrî Efendi’dir. Sonra Yenikapı’ya Ali Nutkî Dede şeyh olarak geliyor, onun da çok kıymetli iki öğrencisi oluyor; biri Şeyh Galip, diğeri Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’dir. Sadece bu ikisi bile Yenikapı’nın önemini anlatmaya yeterlidir. Yenikapı’ya uğramayan müzisyen de yoktur; Tanburi Cemil Bey oranın şeyhlerine gidip sohbetler etmiş, Tanburî Ali Efendi, Rauf Yekta, İzzettin Ökte, Kadı Fuat Efendi, Refik Fersan, Mesut Cemil gibiler hep Yenikapı Mevlevihânesiyle anılırlar.
Türk Musikisinin usta ismi Kani Karaca ile çeşitli çalışmalarda yer aldınız. Bu büyük şahsiyeti sizden dinlemek istiyoruz. Kani Karaca’nın yakınında olan bir sanatçı olarak bize onu nasıl anlatırsınız?

Ben konservatuvarda Nişantaşı’nda talebeydim. Çok çalışkandım. Okulda da çok az sınıf vardı. Çalışmak için sınıf bulmam gerekirdi bu yüzden hep sabah 6 vapuruyla konservatuvara giderdim. Çünkü ben müzikle 20 yaşında tanıştım, benden önce müzikle tanışanlar vardı; gitar, saz vs. çalanlar. Benim onlarla olan açığı kapatmam için çok çalışmam gerekiyordu. Bir gün okulda çalışırken yan odadan bir ses geldi. Çok başka bir sesti. Zekâi Dede’nin bir eserini okuyordu. “Bu çok başka bir okuma.” dedim kendi kendime. O esnada dışarıda oturan başörtülü kendi hâlinde bir bayan gördüm. Meğer o Kani Ağabey’in eşi Hafize yengeymiş. Zil çaldı, o sesin sahibi sınıftan çıkınca ona “Hafız, bitti mi ders?” dedi. “Bitti” dedi. Birlikte yürüyüp gittiler. İlk kez orada gördüm. Yıllar sonra radyoya gireceğim, Kani Abiyle aynı bantlarda çalacağım, sayısız yurtdışı seyahatleri yapacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama çok şükür ki kaderimizde varmış, nasip oldu. Kani Ağabey, Türk müziğinin hafızlık geleneğinden gelen en önemli seslerindendir. Onun özellikleri bambaşkadır. Mesela bir anımız şöyledir; Doğan Ergin, Ferahnâkaşiran ayinini bestelemiş; 12 sayfa tutmuş. Besteyi, Kani Ağabey’e ulaştırması için oğluna akşam verdik. İtalya’ya konsere gitmek için sonraki sabah 3’te havaalanındayken Kani Ağabey geldi “Akşam gönderdiğiniz eseri size okuyayım mı?” dedi. Ne zaman okudu, ne zaman ezberledi… Ayrıca büyük hocaları vardır; Saadettin Kaynak gibi. Tanburî Cemil Bey’in oğlu Mesut Bey de, onu dinler dinlemez radyoya aldı. Türk müziğinin beş ismini sayarsan bir tanesi Kani Karaca’dır. O başka bir müzisyendi. Onun gibi Kur’an, naat, klasik eserler okuyan hiç kimse gelmedi. Allah rahmet eylesin.
Müzik hayatınıza ve eğitiminize devam edecek olursak yüksek lisansınızı “Tanbur Metodu Üzerine Bir Deneme” ve “19. yy’da Osmanlı Müziği” üzerine yapıyorsunuz. Peki neden tanbur?
Okula ilk girdiğimde müziği çok sevsem de bir sazı bildiğim yoktu. Hocalarımız, enstrümanları çalıp öğrencilere tanıtıyorlardı. Ben o zaman tanbura bayıldım. Hangi sazı istiyorsunuz şeklinde üç seçenek sunuluyordu. Ben üçüne de tanbur yazdım. Tanburu seçmem bu şekilde oldu. Bu eğitimden sonra yüksek lisans imtihanı yapıldı. Bu tarihi bir olaydı; Türk müziğinde ilk defa yüksek lisans yapıldı. Ben de konservatuvardan yeni mezundum. Ne sorulacağını kimse tahmin edemiyordu. Bir sorusu “Türk müziğinin ses sistemindeki seslerin nasıl elde edildiğini yazınız.” şeklindeydi. Ben de bu sorunun yanlış olduğunu ve kime göre ses sistemindeki seslerin istendiğinin yazılmadığını belirterek, en baştan başlayıp tüm ses sistemlerini 19 sayfalık bir yazıyla anlattım. O imtihanı 5 kişi kazandık. Demirhan Altuğ, Nida Tüfekçi, Bekir Sıtkı Sezgin gibi alanlarında öncü, çok kıymetli hocalardan ders aldım.
Hayatınızda sizi çok etkileyen, iz bırakan beste, güfte var mı? Ayrıca örnek aldığınız, usta olarak benimsediğiniz şahsiyetler kimler?
Belli bir eser söylemem zor. Kişiye gelecek olursak benim hayatımda birkaç kişinin bana çok büyük faydası olmuştur. Tülin Yakarçelik adında okulda bir hocamız vardı. Bir gün beni tanbur çalarken gördü. “Ne yapmayı düşünüyorsun” dedi. Ben de yüksek lisansın ve kadronun açılacağı haberini beklediğimi söyledim. “Sen seneye gel, benim repertuvar derslerimde tanbur çal.” dedi. Okullar açıldı, bana telefon etti; “Hakan niye gelmiyorsun derslere?” dedi. Gittim 6 ay tanbur çaldım. İlk işim oydu. O beni aramasaydı ne konservatuvara giderdim ne tanbur çalardım. Muhakkak başka bir iş yapardım. Sonra tanbur hocasına ihtiyaç olduğunu söylediler, yeni bir işe başladım, camianın içine girdim. Sonra radyo imtihanına gireceğim için Necdet Yaşar hocaya gittim, “Radyo imtihanına gireceğim, bana bir tanbur verebilir misiniz?” dedim. O büyük usta, bana tanbur verdi. Ayrıca “Cebinde paran var mı?” diye de sordu. O tanburla imtihana girdim. Tanburu veren hoca, jürilerin de hocasıydı. O yüzden hepsi o tanburu tanıdı. Zaten onun birine tanburunu vermesi demek; bu kişi yetenekli, alabilirsiniz demek. İşte bu şahsiyetleri örnek alırsın zaten. Yoksa birçok ismi büyük insan var ama kimsenin elinden tutmazlar. Bu iki isim benim hayatımı değiştiren çok önemli isimlerdir.
Bir de yüksek lisansta bana not vermeyen yabancı bir hocam vardı. O not vermezse yüksek lisansa başlayamayacağım için okulu bırakıp askere gidecektim, zor bir dönemdeydim. Hiç unutmam o gün Hüdayi Hazretleri’ne geldim, hâlimi anlatıp “Sen beni biliyorsun, nasıl biliyorsan öyle yap.” diye dua ettim. Ertesi gün başka bir hocam telefon açtı, “Hoca akşam düşünmüş, sana not vermiş, geçiyorsun.” dedi. Bunun gibi birçok şey yaşadım. O yüzden benim Hüdayi Hazretleri’ne farklı bir muhabbetim vardır.
Gençler olarak bizler, müzik anlayışımızı nasıl oluşturabiliriz? Bizlere müzikle, sanatla, hayatla ilgili neler tavsiye edersiniz?
Şu an içinde bulunduğumuz Hezarfen Sanat Atölyesi gibi yerlere gençlerin gelmeleri gerek. Çünkü bu tip yerlerde benim gibi tecrübe sahibi hocalarımız var. Bir şey bilmiyoruz ama tecrübe sahibiyiz. Onlarla oturmak, konuşmak bile farklıdır. Bu yüzden gençlerin bu tecrübelerden faydalanması gerekir. Buradaki veya bu gibi atölyelerdeki ney, kemençe, Türk müziği derslerine gelebilirler.
Ayrıca bir yere girecekleri zaman mutlaka araştırsınlar. Devlet korolarının konserlerini dinlesinler. İyi sanatçılara da hayatları üzerinden değil de sanatları üzerinden yaklaşsınlar, okusunlar, takip etsinler. Her olayda dünyaya geniş bakıp öğrenip sonra da onu süzgecinden geçirsinler. Türkçeyi çok iyi konuşsunlar. Mutlaka bir lisan öğrensinler. Klasik edebiyatımızı, Batı edebiyatını okusunlar. Tanpınar’ı, Yahya Kemal’i mutlaka okusunlar.
Bu kıymetli sohbet için çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ediyorum. Tüm gençlerimize selam ve muhabbetlerimi iletiyorum.




Yorumlar