Edebiyat Öğretmenimiz Sebile Bal ile Röportaj
- Zennur Calik
- 10 Nis 2022
- 5 dakikada okunur
Röportaj : Latife Süleyman, Zennur Çalık

Üstâd Nurettin Topçu’nun “ruhumuzun sanatkârı ve hayatımızın nâzımı” olarak nitelendirdiği öğretmenlik mesleğini, günümüzde hakkıyla yapmaya niyetlenen, “81 İl 81 İyi Örnek” projesi kapsamında Kocaeli il temsilcisi seçilen Edebiyat Öğretmeni Sebile Bal Hocamızla bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncelikle sizleri tanımak istiyoruz. Eğitiminizi, deneyimlerinizi ve sizi bu mesleği seçmeye yönelten düşüncenizi öğrenebilir miyiz?
1977 yılında Kütahya’da dünyaya geldim. Atatürk İlkokulundan sonra Kütahya İmam Hatip Orta Okuluna devam ettim. Türkçe öğretmenim Leman Karacaoğlan Hanım’a benzemek için her gün parlattığım pabuçlarım, Fen Bilgisi öğretmenim Mustafa Hocamın dersinde iltifatına mazhar olmak için tuttuğum kitap gibi defterlerim o günlerin şahididir. İmam Hatip Orta Okulunda son sınıfa geldiğimde meslek seçimimi yapmıştım artık. Ben öğretmen olacaktım. Bu hedefle Kütahya Anadolu Öğretmen Lisesine başladım. 4.sınıfın sonunda yabancı dil bilen, öğretmenlik formasyonunu almış bir öğretmen adayı olarak 1996 yılında mezun oldum. Aynı yıl Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne başladım. 2000 yılında üniversiteden mezun oldum.
İlk görev yerim İzmir Tire Aydınoğulları İlköğretim Okulu’ndan iki aylık kısa serüvenimin ardından Bergama Anadolu Öğretmen Lisesine atandım. Bu okulda dört yıllık hizmetimin ardından 2004-2008 yılları arasında zorunlu hizmetimi Rize Pazar 75. Yıl Anadolu Lisesinde tamamladım. Daha sonra sırasıyla Bilecik Anadolu Lisesinde, Kocaeli Derince Necip Fazıl Anadolu Lisesinde, Körfez Anadolu Öğretmen Lisesinde Edebiyat öğretmeni olarak görev yaptım. Yöneticilik de yaptığım Körfez Fen Lisesi’nde Edebiyat öğretmeni olarak halen görev yapmaktayım.
Beni bu mesleğe iten asıl düşünce ise, öğretmenlerim gibi benim de gençlere faydalı olma, onlara zaman zaman rehberlik etme ve onların düşünce-duygu dünyalarında bir iz bırakma arzusu oldu. Bu arzumu da gerçekleştirmeye çalışıyorum hâlâ. Cemiyet problemleri ile beyni zonklayan, dertli, derdine âşık ve derdinin peşinde olan gençlerin; “mana”dan uzak bir hiçliğe sürüklenmesinin önüne geçmek için iyi ki öğretmenim dedim hep ilk günkü aşkla, heyecanla.
Hâsılı daha iyi öğretmen olma idealimden vaz geçmedim. Çok okudum. Hep aradım yokluk âleminde var olmak, var etmek için. Yaşadığım hiçbir meşakkat beni yıldırmadı. Ne üniversitede tutulduğumuz 28 Şubat ayazı ne öğretmenliğe başladıktan sonra yaşadığımız sıkıntılı günler. Hepsi ideallerimize daha da aşkla bağlanmamıza vesile oldu. Ne zaman sendelesek, ye’se kapılsak, dünyanın hiçbir nimeti için Hak’dan vaz geçmemeyi Hak olanda sabit kadem olmayı hatrımızdan çıkarmadık.

Bizce öğretmenlik “çift kanatlı” bir meslek grubu. Bir kanadı maddî ilimleri barındırırken bir kanadı maneviyatı kapsıyor. Siz de Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde farklı farklı okullarda görev aldınız. “Peygamberlik mesleği” olarak tanımlanan öğretmenliği sizce değerli kılan nedir?
İdealleri kadar, idealleriyle büyük bir keşif olarak tanımlarım eğitimi. Dediğiniz gibi, iki yönlü bir keşiftir bu. Hem öğrencilerimin bakışlarını iç dünyalarına ve manevi köklerine yönelterek yapılan iç keşif, hem de onları dış dünya ile kucaklaştıran dış keşiftir. Öğretmen bu iki keşfin rehberidir sadece. Kâşif öğrencinin kendisidir. Öğretmen sadece sihirli dokunuşlar yapar, ışık tutar. İşte o keşif anında öğretmen, gücünü manevî köklerinden alarak öğrencilerine bir dokunuş yapmalı. Öyle bir iz kalmalı ki o dokunuştan, öğrenci hayatı boyunca o izden de beslenerek yoluna devam etmeli. İşte öğretmenliği değerli kılan da bu bence.

“Gerçek medeniyet, edebiyat ve sanattan doğar.” diyor Muhsin Ertuğrul. Siz de bir edebiyat öğretmeni olarak edebiyatın işlevleri ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Hep şu üç kelime ile tarif ederim hayatı: Arayış, Diriliş ve Var Oluş. Eğitim anlayışımı da bu temeller üzerine oturturum. Bu temeller üzerinde yükselirse öğretmenlik, bir sonsuzluk mesleği olur. Ve bu idealler zil arasına sığmayacak kadar büyüktür. Okuma grupları oluşturup kültür kodlarımızın idrakine varmış sanat ve fikir adamları ile tanıştırırım onları. Okurlar, dolarlar. Doldukça taşarlar. Taştıkça yazarlar. Aslında içlerinde olan manevi tohumlar sulandıkça yeşerir. Tiyatro eserleri canlandırarak, dünyayı gezerek, yarışmalarda başarılı olarak, sahne ve sanat etkinlikleriyle dirilirler ve tüm güzelliklerin ardındaki Var’ı tanıdıkça var olurlar.
Öğrencilerimin hem iç hem dış yolculuklarında sağlam bir kale gibi inşa edecekleri karakterleri için, edebiyatın ve sanatın sihirli gücüne inanıyorum. Öğretmenlik gibi çok önemli olan bir mesleğin, edebiyat gibi güçlü bir sanat dalından beslenmesi de, öğrencilerin yalnızca zihinlerine değil kalplerine giden yolu da açıyor bize. İşte edebiyat öğretmenliği de bu iki gücün birleşimi bence.
“Mavera” adında bir okul dergisi çıkartarak gençlerin düşünce ve duygularında gelişmelere vesile oldunuz. Bu bağlamda bize, dergi ve öğretmenlik hayatınızın temel düşüncelerini anlatabilir misiniz?
Çalıştığım okullarda “Mavera” adlı üç ayağı olan bir Değer-Kültür-Sanat iklimi oluşturdum. Aynı zamanda okul dergimizin adı olan “Mavera” öğrencilerimizle oluşturduğumuz bu keşif hareketinin dinamiği oldu. İki önemli kabulüm vardı mavera çalışmalarımızda:
1-Kalbine giremediğim öğrencimin zihninde de olamazdım. Bunun için onların hem kalbini hem zihnini beslemeliydim.
2-Sanat, kalpten zihne giden bu kapının en sihirli anahtarıydı.
Mavera Hareketini üç dinamik üzerine inşa ettim:
1-Maverada Diriliş: Yayın faaliyetlerimizi bu başlık altında topladık. Öğrencilerimi kültür kodlarımızın idrakine varmış yazar ve şairlerden oluşan bir okuma programına dahil ettim.
2-Maverada Keşif: Muasırla kadim olanı buluşturma. Öğrencileri manevi kökleriyle buluştururken bir yandan da dünyayı tanıyan bir genç olmaları yolunda bir dizi projede dünyayla buluşmalarında onlarla birlikteydim.
3-Maverada Var Olmak: Ürettiğimiz kültür, sanat faaliyetleri ile soyuttan somuta taşınmak gönülde olanı görünür kılmak için sayısız Kültür-Sanat etkinliği düzenledik.
“Mavera” çok şey öğretti, yaşattı bana ve öğrencilerime. Keşif oldu, diriliş oldu. Gökyüzünde habersiz uçurduğumuz uçurtmaların ipini kesti bazen. Var oldu, var etti. Şimdi bu mavera ikliminde yetiştirdiğim memleketimin her köşesinde öğrencilerim var; öğretmen, doktor, hakim. Ne zaman nerede görüneceği belli olmayan sesleriyle, dertleriyle, yazılarıyla, şiirleriyle, karşıma çıkan mavera gençleri.
Modernleşmenin getirdiği dijitalleşme ile beraber, edebiyata yüklenen yeni anlamlar var. Örneğin, en az cümleyle çok şey ifade edebilmek gibi. Bu durumun bize faydaları olduğu gibi temelsiz bir öğrenime yol açmasından dolayı zararları da var. Bu bağlamda bir eğitimci olarak gençlere iyi bir okuyucu olmaları için tavsiyeleriniz nelerdir?
Ayrıca "Okunmasını istediğiniz üç eser hangileridir, neden?" diye sorsak bize hangi eserleri tavsiye edersiniz?
Dijitalleşme sözcüğünün benim için karşılığı “kopuş” demek, öyle çok yönlü bir kopuş ki bu. Aile içinde yaşanan kopuş, çevreden, sanattan, edebiyattan,.. ilgi ve emek isteyen her şeyden kopuş. Dünyayı bir parmak hareketiyle hızlı ve değişken parlak ekranlarda yaşayan gençlik, ruhen gelişimi için olmazsa olmaz olan sabır ve sebatı kaybetti. Böyle olunca kırk elli sayfalık realist tasvirler sıkıcı oldu, uzun ruh çözümlemeleri tatsız, divan edebiyatı, bir beyit üstüne uzun yorumlar yapmak gereksiz... Ama yine de gençleri çağın kıblesi ekranlardan koparmak, yasaklamak yerine sabırla onlara edebiyatın lezzetini duyurmak şart. Bunu da edebiyat derslerini tarih ve malumat dersine dönüştürmeden edebiyatın ana unsuru metni ve metinden lezzet almayı önceleyerek biz edebiyat öğretmenleri yapabiliriz. Gazelin biçim özelliklerini ezberletmek yerine bir gazel beytindeki mana ve sanat derinliğini ve dil zevkini hissettirebilirsek her şey bambaşka olacak. Müfredata da sitemimizi dile getirmeden geçmeyelim. Bilgi kalabalığından metni yorumlamaya, öğrencinin kendini ifade etmeye vakit bulabilmeliyiz. Biz şiiri sevdirelim, romanı, edebiyatı, sanatı sevdirelim. Öğrencilerimiz dimağlarında kalan lezzeti arasın dursun ondan sonra... Önce maymun iştahlı okumalar yapar, okudukça gelişir, dil ve edebiyat zevki incelir sonra daha seçici olmaya başlar ve o zaman edebî eserler çıkar karşısına, sayısız eser sayabilirim ama üç tane deyince soru zorlaşıyor. İlk aklıma gelenler ise; Nazan Bekiroğlu - Sonsuzluk Hecesi Lâ, Necip Fazıl – Çile, İskender Pala – Od. Neden mi bunlar? Bunun cevabı 40 yıllık birikimden kalanlar, kendimi buluş, duyduğum edebî haz...

Öğretmen Lisesinde iken benim de edebiyat öğretmenim olan, duruşuyla ve fikriyatıyla hayatımdaki kimi güzelliklerin vesilesi olan ve “Ustam” olarak bellediğim Sebile Bal Hocamıza bu güzel sohbet için teşekkür ederiz.




Yorumlar