
Saliha Erdim ile Röportaj
- Zennur Calik
- 22 Oca 2024
- 8 dakikada okunur
Latife Süleyman, Zennur Çalık
Saliha Hocam, Samsun’da başlayan bir hayat hikâyeniz var. Hemşirelik vs. yaptıktan sonra davranış bilimlerine yöneliyorsunuz. Sizi davranış bilimlerine yönelten düşünce neydi?
Davranış bilimlerine yönelme sebebim, başörtüsü yasağı olmayan bir okulda, okuyabileceğim en uygun bölüm olmasıydı. Aslında benim önce kendimi anlamama, ilişki içinde olduğum insanlarla daha anlamlı, daha doğru, daha iyi bir anlayışla yaklaşım içinde bulunma ihtiyacım vardı. Bu bölüm benim bu ihtiyacıma cevap verebilir diye düşündüm. Zaten benim bütün tahsilim, aldığım kurslar "Ben bir şey olayım" diye değildi. Benim tek bir derdim vardı; kendimi geliştirmek. Hâlâ da öyle. Doğru düşünen, insana hak ettiği değeri veren, Allah (c.c) kul ilişkisi bağlamında kendini doğru yerde konumlandıran, Peygamberimizin (s.a.v) muhabbetini yüreğinde taşıyan, O'nun sünnet-i seniyyesiyle doğru yolu bulmaya çalışan insan olmak gayretim, beni okumaya sevk etti. Başörtüsü yasağından dolayı üniversite kapıları kapanınca, tesettürümle devam edebileceğim böyle bir imkân olduğunu öğrendim, çok şükür Rabbim de (c.c) nasip etti. Davranış bilimlerinde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini aldım ve iki tez yazdım. Ondan sonra da devamı geldi; sosyal bilimler, sosyoloji, aile danışmanlığı yüksek lisansı, psikoterapi eğitimleri vs gibi. “Nasıl daha iyi anne olabilirim, nasıl daha iyi bir eş olabilirim, nasıl daha iyi insan olabilirim?” gibi soruların cevaplarını bulmak üzere kendime, zihin heybeme materyaller toplamak adına Rabbim (c.c) nasip etti çok şükür. Bu öğrenme süreci ömür boyu devam edecek inşallah.
Kitabınızda "Sözlerimizin rengi hayatımızı etkiler." anlamında bir cümleniz var. Sözlerimizin rengi nasıl olmalı? Yine bununla bağlantılı olarak başka bir bölümde de iletişim kazalarına değiniyorsunuz. Bu kazaları biz fark etmesek de aslında çoğu sorunun kaynağını bu iletişim kazaları oluşturuyor. Bahsettiğiniz bu iki unsurdan hareketle nasıl doğru bir iletişim kurabiliriz?
İnsanın bir değerler dünyası vardır. Bu değerler dünyasında benim ve diğer var olanların benim dünyamdaki anlamı; kendime ve ilişki içinde olduğum insanlara karşı iletişim tarzımı belirler. Yaratılan her şey gibi biz insanlar da Rabbimize (c.c) ait olmamız, içimizde Rabbimizin (c.c) nuru olması ve kendi esmalarından bize yüklemiş olmasından yola çıkarak, hürmete değer olana hürmet etmiş olurum. Böylece umarım ki adaletli davranmış ve Rabbimi (c.c) razı etmiş olurum. Dolayısıyla, insanın hak ettiği değeri insana vermek, benim kendi ürettiğim bir şey değil, bana emrolunan bir şey. Ben kendime bir değer üretemezsem bu değeri karşımdakine yansıtamam. Bunun için önce ben kendi yüreğimde yer bulmalıyım. Gönlümüzdeki sevgi kapıları, insanın kendisinin o kapıdan girmesiyle açılır. Gönlümün kapıları bana kapalıysa hiç kimseye açılamaz, Allah'a (c.c) bile. Ben çok özelim, ben çok güzelim tıpkı herkes gibi. Ve o herkes, tahsili ne olursa olsun, ben beğeneyim ya da beğenmeyeyim yeryüzüne gönderildiyse o zaman o şahsın bu dünyada işlevsel olmaya, aktif hâl ve iyi bir faaliyet içinde olmaya ihtiyacı var. O zaman ben, bana düşeni yaparak benimle ilgili olanı en güzeliyle yapmak zorundayım. Bu muhatabımdan önce benim ihtiyacım. Çünkü herkes kendi yapıp ettikleri ile kendi şahsiyetini yapılandırır. Ve her insana "Sen çok değerlisin." diye hissettirmek, benim Allah'a (c.c) olan borcumdur. Görüştüğüm insanların kendisini Allah’tan (c.c) dolayı iyi hissetmesini, bu dünyanın ona ihtiyacı olduğunu, bu dünyanın dengelerinin, kendi dengesiyle paralel olduğunu fark etmesini çok önemsiyorum. Çünkü içten dengesi bozulan kişi, ilişki içinde olduğu her insanın dengesini bozar. O zaman benim bir insanın iç dengesine olumlu katkım olmalı ki, bu harika bir şey. O zaman benim bu değeri ilişki içinde olduğum her insana hissettirmem lazım. Muhatabım ise bunu hissettikten sonra içten güçlensin. Biz düştüğümüz zaman ilk önce içten düşeriz, kalktığımızda da ilk önce içten ayağa kalkarız. Yaralanma da iyileşme de içten olur. Bir insana söylenen sözler, onun iyi ya da kötü hissetmesine, değerli ya da değersiz hissetmesine sebep olacaksa benim ona olumsuz duygular hissettirmek gibi Allah’ın (c.c) razı olmayacağı bir davranışım olamamalı. Aksi halde içten kırılmalar başlar, duyguları zarar görür, iç diyalogları bozulur. Bir insanın iç diyalogları düzelmeden duruşu düzelmez, bakışı düzelmez, ifadeleri düzelmez.
Bir günah işlediğim zaman sabırsızlıkla affetmeyi bekleyen bir Rabbim var. Ve bana, "Sen insansın, hataya düşebilirsin. Yeter ki yaptığın yanlışı fark et, tövbe et ve bundan sonra dikkat et.” mesajını veriyor. Yani “Ben affetmeye hazırım." diyen bir Rabbimiz (c.c) var.
Bir insanın kendini anlamlı ya da değerli hissetmesi, çoklu ilişkiler içerisinde olur. İnsan hissettiği gibi davranır, hissettiğine uygun bir duruşu olur. İmam Gazali Hazretleri'nin ifade ettiği gibi "Doğru ağacın gölgesi de doğru olur." Dolayısıyla biz doğru olmalıyız ki bizden yansıyanlar da doğru olsun. İlişki içinde olduklarımızın içten doğrulmasında her birimizin olumlu katkısı olabilir. Eğer bunun kıymetini bilebilirsek bu bir şereftir ve şükür vesilesidir. İçinde Allah'ın (c.c) nuru olan ve Allah'ın (c.c) çok değer verdiği bir kulunun iyi hissetmesine katkıda bulunmak çok güzel bir rızıktır.
Bir başka deyişle de sözler tohum gibidir; gül tohumu ekerseniz gül tohumu biter. Tohumu ektiğiniz toprak, çorak bile olabilir. Ekip biçmeye başladığınızda belki gümrah, gür dallar bitmeyebilir ama toprak çoraklıktan kurtulur, yemyeşil otlarla bezenir. Çünkü hiçbir tohum boşa gitmez ve yağmur, tohumu olan toprakta işe yarar. Ben yeter ki o toprağa bir tohum atayım, Allah (c.c) rahmeti ve bereketi ile orayı yeşertir. Bu dünyadaki güzelliklere dair benim de bir dahlimin olması Allah'ın (c.c) beni ödüllendirmesidir.
İçimde neyi büyütürsem onu iletirim. İyilikleri büyütüyorsam vereceğim şey iyilikler olur, olumsuzlukları büyütürsem de bunlar olur. Bir hadis-i şerif hatırlıyorum; "Her kap içindekiyle terler." diye. İçimizi güzelliklerle dolduralım ki güzelliklere vesile olalım. Çünkü her insan her şeyin en güzeline layık. Bir şey daha öğrendim İbnü’l Arabî derslerinde; ben şimdi sizinle görüşüyorum ya benim ilk muhatabım sizler değilsiniz; Allah (c.c), çünkü aramızda Allah (c.c) var. Benim sözlerim Allah'a (c.c) dokunuyor. Ben Allah'a (c.c) dokunan sözlerimin, Rabbimin (c.c) beğenip hoşuna gideceği türden olmasını istiyorum. Bu yüzden de benim başka seçeneğim yok. Allah'a (c.c) yakışanı seçmek istiyorum.
Bütün bu anlayışa rağmen, yine de iletişim kazaları yaşanabilir. Önemli olan insanın hiç yanılmaması değil, yanıldığını fark edip telâfi etmeye çalışması ve ondan sonrası için de dikkat etmesidir. Sözlerimizin rengi, bizim iç rengimizdir ve ulaştığı kişiyi de o renkle boyar. Bu rengin güzel olması, ilişkilerimizde duyarlı, özenli ve bilinçli olmamızla yakından ilişkilidir.
Kitabınızda bize aktarılan ve ailemizden aldığımız asıl miras olarak adlandırılan bir mirastan bahsediyorsunuz; düşünce mirası. Bu miras olumlu ise ne mutlu ama ya olumsuzsa orada ayıklamayı nasıl yapabiliriz?
Her şeyden önce doğrunun ve yanlışın ayırdına varmalıyız ki neleri korumamız, neleri ayıklamamız gerektiği konusunda bir tercih şansımız olsun. Bizim doğrularımız Allah'ın (c.c) doğruları ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yaşayarak bize tavsiye ettiği doğrulardır. Biz hayatımızda yaşamamız gerekenleri de çıkarmamız gerekenleri de bu ölçülere bakarak belirleriz. O yüzden Allah'ın (c.c) istemediği ne varsa ben bunu görmeyi Allah'tan (c.c) diliyorum. "Ya Rabbi (c.c), yanlışımı bana fark ettir. Ben neyin yanlış olduğunu bileyim ki ona göre bir seçim yapayım.” diyerek dua etmeliyiz. Bir de ben şuna inanıyorum; eğer ben, olmak istediğim kişi ve seçmek istediğim yaklaşımın önemine ne kadar çok inanıyorsam, inancımın gücü kadar dua ederim. Bir insan bir şeyi ne kadar istiyorsa o kadar mücadele etme ve o yolda karşılaşacağı sıkıntılarla baş etme gücüne sahip olur. O insanın, kendi niyetiyle çıktığı bu yolda, Allah (c.c) ona değişim gücünü nasip edecektir. Yeter ki doğru ve yanlışı O’nun rızasına göre belirlesin.
Modern psikoloji bize sürekli "salt benlik mutluluğu"nu tavsiye ediyor. Bizce burada bir ayrım yapmak gerek; insanı anlık olarak rahatlatan her mutluluk Allah'ın (c.c) rızasına uygun olmadığı için insanı aslî olarak huzursuz edebilir. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz? Son günlerde sıkça duyduğumuz "En önemli olan sensin ve senin mutluluğun." yaklaşımı ne kadar doğru?
Bir kavramı ele alırken hangi değerlerin ürettiği kavram olduğuna bakarak hareket etmeliyiz. Psikiyatri ve psikolojinin dini yok. Dolayısıyla helal yok, haram yok, bereket yok, ahiret yok. Allah (c.c) "Sabredenleri müjdele." diyor. Karşımdaki insanın varsayalım ki bana uymayan davranışları var. Ben bunu karşımdakine ilettiğimde hemen benim istediğim gibi davranması mümkün olmayabilir. Bir de ben kendimi haklı görüyor olabilirim fakat karşımdaki haklı olabilir. Bu durumda ben doğru davranmayı seçip netice için sabretmeliyim. Bu sabretme süreci belki de benim değişmem gerektiğini bana gösterecek. Allah (c.c) öyle istiyor. O halde benim her davranışımda baz aldığım din ise; benim Allah'ın (c.c) rızasına ve Peygamber Efendimizin (s.a.v) tavsiyesine göre hareket etmem gerekiyor. Şu da önemli; önce ben olabileyim ki biz olalım. Örneğin su; H2,0. İki hidrojen bir oksijenle birleşmeli ki su olabilsin. Buradaki ben oluş, hayatın tümünde “ben” olarak var olmak üzerine yapılandırılmış değil, “biz”e doğru evrilmesi gereken bir yapılanma. Gerektiğinde kendisi için istediğini başkası için de istemek, başkasını düşünerek alttan almak, sabretmek, fedakârlık yapmak, kendisine yapılmasını istemediği davranışları başkalarına da yapmamak gibi bir anlayış olmalı. Dolayısıyla “Canını sıkıyorsa uzaklaş.” gibi ifadeler aile hukukuna uygun değildir. Evet bazen uzak durmak gerekebilir ama bu olaya, kişiye, duruma göre ve mümkünse bir profesyonel uzmanla birlikte ele alınarak uygulanması gereken bir karar olmalı. Allah (c.c) birilerinin benim canımı yakması sebebiyle belki bana, benim eksikliklerimi gösteriyor olabilir. İradem zayıfsa onu güçlendirmek, sabrım yoksa onu artırmak, gururum ve kibrim varsa onları şöyle budamak istiyor olabilir. O yüzden her olayda "Acaba Allah (c.c) bana bu olayda ne anlatmak istiyor, benim nasıl davranmamı istiyor?" gibi sorular sorarak bunun cevabını dinden almamız gerekir. Aksi halde sadece kendi tercihlerini önemseyen, bireysel mutluluğunu baz alan, sorumluluk almayan bir hayat tarzı inşa ediliyor olur. Bu da hem insan ilişkilerinin realitelerine hem de dinin istediği ilişki tarzına uygun değildir. Dolayısıyla kavramlar, hangi değerlerden neşet etmiş, onu bilerek hareket etmek lazım. Benim bütün kaynağım; din, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (sav)’dir. Onlara ters düşen hiçbir şeyin, benim hayatımda, ilişkilerimde yeri olmamalı. Ama ben yanılabilirim, şaşabilirim, Hz. Yusuf (as) gibi kuyuya düşebilirim. Ama benim niyetim Hakk’a ve hakikate bağlı olarak bu hayat mücadelesini vermekse o zaman ben düştüğüm yerden doğru bir anlayışla ve öğrenerek kalkmalıyım. Şaştığım yerden istikametimi bularak yönüme devam etmeliyim. Çünkü benim niyetim, beni var edenin ölçülerine uymaktır. O zaman ölçümü şaşırabilirim ama aradığım bu olunca benim niyetim beni oraya döndürecektir. Ben niyeti, navigasyon aletine benzetiyorum. Navigasyona adresi yazıyoruz, bu benim niyetim. Yanlış yola sapınca “U dönüşü yap, sağa dön, sola dön.” diyerek beni ilerlemem gereken tarafa yönlendiriyor. O zaman niyet hayırsa akıbet hayırdır. İlaveten niyetin çok sağlam olması önemli. Ama beni bu niyete göre davrandıracak bir bilgi ve yürek desteği ile oluşmuş fiillerim yoksa, niyetimiz bir dağda kalır, eylemler ve söylemler başka bir dağda. Niyetim mutlaka, o niyete uygun adımların atılmasına destek olabilecek bilgi kaynağına ihtiyaç duyar. O kaynakla benim irtibat halinde olmam lazım ki ben güncel yıkılışlara karşı güçlü olabileyim ve bilgilerin canlı, taze kalmasını sağlayabileyim. Bu yüzden; niyet, bilgi, metot, gayret, sebat birlikteliğini sağlamayı önemli buluyorum. Hangi işe başlarsak başlayalım bu beşli sistematiğe göre hareket ettiğimizde sistem daha iyi işleyecektir inşallah.
İnşallah. Kitabınızda “Birbirimizi yüceltmeye mi yoksa zarar vermeye mi odaklıyız?” diye bir soru soruyorsunuz. İnsan olarak bizler neden yergiyi çok kolay yapabiliyorken övgüyü mezar taşlarına saklıyoruz. Bu bağlamda bize tavsiyeleriniz nelerdir?
Akışına bırakılan her şey gerçek vasfını kaybeder. İyi bir şeyler yapmak için benim bilinçli ve kontrollü seçimler yapmam gerekiyor. Akışına bıraktığım duygularım, akışına bıraktığım cümlelerim, sahip çıkmadığım, revize etmediğim, düzenlemediğim hâl ve hareketlerim kırıcı olur, yıkıcı olur, bozucu olur. Onarıcı olmak istiyorsam, ki onarmak bozduktan sonra ortaya çıkan bir eylemdir, aslolan bozmamak ve kırmamaktır, o zaman ben kendi zihnimin doğru çalışması için zihnimin gıdasını helal, yeterli ve düzenli vermeliyim. Bilgilerin de yanlışı ve zararlısından uzak durarak zihnimin gıdasını yeterli ve düzenli şekilde vermeliyim. Bu yüzden beni doğru düşündürecek bilgilerin bende var olması, bunun devam etmesi ve buna benim ihtiyaç hissetmem gerekir. Çünkü insan ihtiyaç hissettiğine yönelir, seçici algımız bize ihtiyaç hissettiklerimizi göstermek üzere faaliyet gösterir. Bizim sistemi daha iyi işleyen bir vaziyette tutabilmemiz için irademize sahip çıkıp fiilî ve kavli duaya devam etmemiz gerekir. Bu süreç tek başına da yürütülebilen bir süreç değildir. Bu nedenle örnek aldığımız insanlarla yan yana bulunmaya çalışmalıyız. Bu bir süreç olduğu için tökezleyebiliriz, düşebiliriz. Ama o durumda bile “Yarabbi beni kaldır, benim ne yapmam gerekiyorsa bana aklettir, benim dengede olmam konusunda bana yardım et. Benim hayırlı insanlarla birlikte olabilmem konusunda bana yardım et. Sevdiklerini bana dost ve yardımcı kıl.” diyerek Allah’a (c.c) dua etmeliyiz. Ve kendi içimizde kırmamaya, bozmamaya ve bilakis onarmaya, yüceltmeye yönelik bir anlayışı taş taş, tuğla tuğla inşa etmeliyiz. Yanılacağız, doğrusunu bulacağız, ilaveler yapacağız. Yani biz bir “şahsiyet yapılanması” içindeyiz. Bu yapılanma çocuklukta olup bitmiyor bence. Ömür boyu devam ediyor bu süreç. Bu süreçte ayıklamalar, düzenlemeler yapabiliriz ama temel taşlarımız değerlerimizdir. Bu süreç sancılıdır ama insanın ilk önce kendisine lazımdır. Ağzımdan çıkan sözler ilk önce beni inşa eder ya da beni bozar. Bu yüzden o temeldeki anlayışım, bana bir yüz ifadesi, bir bakış, bir duruş kazandırır. Ben o duruşumun, Allah’ın (c.c) hoşuna gidecek bir duruş olmasını istiyorum. İstemek için de beynimizin “Niçin?” sorusuna anlamlı cevaplar bulmalıyım. Aklıma geleni yapmak kolaydır. Bunun için bir çaba sarf etmeye gerek yok, akışına bırak gitsin. Derenin üstündeki yaprak misali… Ama “Ben derenin üstündeki yaprak değilim. Ben iradesi olan, aklı olan ve kendisini yönetme becerisi kendisine sunulmuş, tercihler yapabilen bir varlığım. O zaman ben, yaratılış sebebime uygun olan davranışları tercih ediyorum. Çünkü bu, benim için çok önemli ve çok anlamlı.” diyebilmeliyiz.
Yoğun vaktinizde bizlere vakit ayırdığınız, böylesine anlamlı bir röportaja vesile olduğunuz için teşekkür ederiz.
Σχόλια