top of page

Antikacı Hamdi Dinibütünoğlu ile Röportaj

  • Yazarın fotoğrafı: Zennur Calik
    Zennur Calik
  • 6 Oca 2023
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 25 Oca 2023


ree

Röportaj: Latife Süleyman, Zennur Çalık



Sizi tanıyabilir miyiz? Kaç yıldır antikacılık yapıyorsunuz? Ailenizden tevarüs eden bir meslek mi antikacılık?


21.07.1975 İstanbul Üsküdar doğumluyum. 2002 yılına kadar İstanbul’da yaşadım. İlk orta ve lise eğitimimi orada tamamladım. Lisede edebiyat hocaları tiyatro çalıştırır, ben de onların sayesinde tiyatroya başladım. Liseden mezun olduktan sonra Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Deneme Sahnesi’nde üç yıl eğitim gördüm, ardından diploma sahibi olduk. Tiyatrodan para kazanamadığımız için gündüzleri sigortacılık, muhasebecilik gibi farklı işler yaparken akşamları tiyatro yapardık. Hem yaşamımı hem de sanatımı sürdürebileceğim birçok işte çalıştım. Dolayısıyla hep bir ticari faaliyetimiz oldu.

Antika ise o zamanda küçükken başlamıştı, pula bir sevdam vardı. Babamın verdiği bütün harçlıkla gidip pul alırdım. Şimdi işi öğrenince görüyoruz ki pul koleksiyonunun bir parasal değeri yok.

İstanbul Yeditepe Üniversitesi Sosyal Tesisler Müdürlüğü yapıyorduk, bir de Atatürkçü Düşünce Kulübü öğrencilerinin kurduğu tiyatro kulübünde yönetmenlik yaparken Yılmaz Erdoğan’ın “Kadınlık Bizde Kalsın” adlı hiciv içeren oyununu çalıştırırken keşfedildim ve 2002 yılında Kocaeli’ne transfer olduk. Bu hobim hep vardı. Evimin bir odasında antikalarım hep vardı; anneannemden, babaannemden, dedemden kalan. 5 yıl emlakçılık yaptım. Daha sonra uygulama indirip elimdeki antikaları satmaya başladım. Değerini bilmeyip ucuza fiyatlandırınca bir haftada hepsi satıldı. Onlar ucuza gitti ama bana ışık olup, yol açtığı için Allah’ın bir lütfu olarak görüyorum. Böylece 3-4 yılda bu iş büyüdü.

Türkiye’de biliniyor, dünyanın öbür ucuna Kanada, Almanya, Viyana, gibi ülkelere mal satıyoruz. Son zamanlarda Katar ve Araplar gelmeye başladı. Kuveyt, Bahreyn’den gelen alıcılar da var. Böylece sevdiğim iş büyüdü. İşi sevip saygı duymak gerekiyor, mesela dükkan kapısı sürekli açık olduğundan, toz oluyor bende sık sık objelerin tozunu alma ihtiyacı duyuyorum, değer bilmekle alakalı yani.

Burada gördüğünüz ürünlerin hepsinin bir hikayesi, yaşanmışlığı var. “Kimler bu objeye dokundu, kimler saatin 3 olmasını bekledi, kimler oradaki telefonlardan ne haberler aldı, o bakır bakraçtan kimler ayran içti?” önemli olan bu şekilde bakabilmek. Yeni nesilde bunu pek göremiyorum. Ölen anne babasının eşyalarını çöpe atıyorlar. Çöp kenarından kıymetli eşyalar bile bulduğum oluyor. Kaybettiğimiz değerlerler aslında eşyadan daha değerli. Son zamanlarda dünyada vintage moda oldu.


ree

Antika’ deyince ne anlamamız gerekiyor, kaç yıllık eserlere deriz?


Antika az bulunur nadir şeydir. Tarih olarak bakıldığında 100 yılı geçmiş her şeye antika deniliyor ama değer olarak nadiriyatı önemli. Yani az bulunan nadir şeyler eskiyse 100 yılı devirmişse antika oluyor. Ama her eskiyen şey antika değil, isterse 500 sene geçmiş olsun çoksa hiçbir değeri yok. Yani eskilik değeri, maddi değeri veya estetikliği var ama antika sayılmayabilir. Mesela köstekli saatler çok var çok ulaşılabilir, en fakirin de en zenginin de cebinde var, ya da kilim, dikiş makinesi gibi ürünler. Eğer az rastlanılır bir şey ise, mesela elmas taşlı kadın broşu gibi ufak bir obje milyonlar edebiliyor, yani çok değerli. Aksine eğer çok varsa pırlanta olsa bile değeri düşüyor. Yani kalite, el işçiliği ve özgün olması önemli. Hiç kimsenin malının manevi değerini biz biçemeyiz zaten ama antika olarak maddi değerini belirleyen ise az bulunur olmasıdır. Burada bulunan her şey antika değildir; eski ve nostaljik ürünler var, post modern, vintage, yeni gibi görünen eski şeyler… Bu ürünleri dükkanıma topladım, insanlar gelip müze gibi geziyorlar. Doğdukları zamandan günümüze kadar birçok şey var burada, film şeridi gibi burası. Her yaşta insanın burada kendinden bir parça bulabilmesi mümkün, çocuklar oyuncaklara giderken, yaşlılar hayatının bazı döneminde kullandığı eşyaları bulabiliyor. Ben kendime de antikacı demiyorum, eski ürünleri seven ve satan biriyim.



ree

Alımlarda yurt içi mi yurt dışı mı seçim yapıyorsunuz ve hangi ürünleri tercih ediyorsunuz?


Yurt dışından da alım yapıyoruz. Gaz lambaları ve goblen tablo Fransa, şamdanlar süt güğümleri ve atlar Almanya’dan, ayakkabılar Hollanda’dan, akordeon Balkanlardan, dağkeçisi boynuzu Bulgaristan’dan.

Yurtiçinden ise ne yazık ki çok az obje var. Nedeni ise; eskiden Anadolu’da yoksulluğun çok olması. Olan objeler de mesela tığnek denen tahtadan hamur mayalama kabı gibi işlevsel ürünler. Veya farklı motiflerinden hangi yöreye ait olduğunu ustasının anlayacağı halılar… Bir de sattığıma şu an pişman olduğum, dört kez perçinlenmiş, yamalanıp tamir görmüş bakır sini vardı.. İzmit’te bakırcılar ve kalaycılardan oluşan kalaycılar çarşısı varmış, günümüzde adı var fakat bir tek kalaycı kalmış, yani tamirci yok. Bu insanların yaşam tarzını gösteriyordu; yokluktan varlığa gelmişiz. Bu dükkanda satılık olmayan tek bir şey vardır, oda şu arkamda gördüğünüz ayakkabı tamircisi biblosudur. Benim sülalem dedem, amcam, babam (73 yaşında halen çalışıyor, hasta olsa bile söz verdiği zamana yetiştirir ayakkabıyı) hepsi ayakkabı tamircisidir. O yüzden tamirciliği severim, oda bir sanat çünkü. Antika işinde tamir bizim en büyük problemimiz. Tamir etmek baştan yapmaktan daha zordur. Çünkü neyin bozuk olduğunu bilmiyorsun ve araştırma yapıp bulman gerekiyor. Benim 70 küsür yaşında bir Fikret amcam var kulakları çınlasın benim bütün bu saatlerin tamirini o yapar, eğer bir saati çalıştıramazsa uykuları kaçar, saati dükkandan evine yanında götürür, yedek parça bulamazsa kendisi o parçayı eliyle yapmaya çalışır, onu hayata geçirerek mutlu oluyor, işini severek yapan, böyle bir iş ahlakı var. Bu yüzden ben ona olan saygımdan dolayı başka bir saatçiye gidemem. Gitsem bile yedek parça yoksa onun gibi uğraşacak usta bulamam. Burdaki her şey eski mesela lambalı radyolar, içerisinde diyotlar olan elektronik cihazlar, bunların tamiri için de eskiyi seven bir Hüseyin ustam var, çünkü yeni nesil ustalar bu işten anlamıyor ve sök atçı oldular. Çekmecede duran bozuk çakmakları tamir ettirecek usta bulamıyorum İzmit’te. Osmanlı zamanında tamircilik çok yaygınmış ve en iyi ustalar Ermeni ustalarmış. Mesela Mimar Sinan da Ermeni asıllı bir devşirme. Osmanlı dönemi saatleri dediğimiz saatler o dönem kullanılan saatlerdir, çünkü iç mekanizması tamamen Alman. Yahut Abdülhamit döneminde, çini sobalarımız meşhurdur mesela, Almanya Hollanda gibi Avrupa ülkelerinden getirtilmiştir. Çünkü Avrupa’da estetik, kalite ve kullanılabilirlik ön plandadır. İran’da da el işçiliği, ahşap oymacılığı, halı dokumacılığı gibi sanatlar yaygındır. Tarihçesi ve mitolojisi iyi olanlar, farklı sanatları ortaya çıkabiliyor. Mesela Yunanistan’ın mimarisi, Roma döneminde yapılan eserler; ve onların günümüzde hala ayakta kalabilmesi bunun bir göstergesi. Bizde ise taklit yeteneği ön planda; mesela değerini düşürerek sahte para üretmek gibi.



Monteigne’nin dediği gibi; “Bir kitap, bir meyve bahçesi gibidir. Her meyve bahçesine girdiğinizde yeni bir meyve keşfedeceksiniz, o meyveyi tadacaksınız, lezzeti damağınızda kalacak, zihninize işleyecek, yani sürekli okuyunuz.” Kaliteli yaşamak istiyorsan okumak zorundasın. Kuran-ı Kerimi her okuyuşta yeni şeyler öğrenip hayrete düşüyorsunuz, çünkü mucizevi bir kitap. Okuyup anlaşılması gerek, anlayıp yaşamak gerek. Anladıkça daha çok seviyorsunuz.


Eskiler güzeldir, eskide ruh var denge var, hikayeleri anlat-dinle, günümüze uysun uymasın hoş bir seda, kulağına küpe yapabilirsin, bakış açısı, eşitliği gözlemlerlermiş, yaşlılar örnekler, komşular, güzel ahlak, sokaklar, objeler olsun, şimdi dekor katıyorlar ama yenilerde o hava yok. Günümüzde yeni girişimciler gelip eski parçaları alma sebebi söküp parçalayarak işleyişini ineleme amaçli. Eskiden üretim yapılırken kaliteli yapıp, evladiyelik denilirmiş, ömürlük yapılırmış, kul hakkından da korkarlarmış. Malzemesi madeni; demir veya prinç gibi kaliteli ve dayanıklıymış, uzun ömürlü olabilmesi için. Herkese göre alternatif varmış ve kimse kimseyi küçümsemezmiş, olan olmayanla paylaşırmış. Kendi hayatımdan örnek verecek olursam küçükken İstanbul’da yaşadığımız mahallede Kürt ve Alevi komşularımız vardı, fakat dosttuk ve akraba gibi yaşardık. Fakirlikten Libya’da çalışmaya giden komşumuz dönerken kendi çocuklarına oyuncak getirdiği gibi bize de almıştı. Burada gördükleriniz de öyle, şimdi üretilen malzemeler ise öyle değil, çünkü çabuk kırılabilen plastik kullanılarak üretiliyor, tüketim odaklı pazarlanıyor. Böylece her şey çöp oluyor. Halbuki eskiden çöpe atılmaz, elden ele kullanılırdı. Sadece eşyalar değil, kıyafetler bile öyle kullanılırdı, çünkü kullanılan hammadde kaliteli idi. Mesela kurmalı saatler Çin malı. Antikacılıkta iki kavram vardır; Çin ve Eski Çin. Eski Çin’in her şeyi çok değerlidir, mesela porselen işçiliği, saatler ağırdır çünkü kullanılan malzemesi prinç gibi madenidir. Şimdi birebir retrosu yapılanlar ise plastikten olduğu için, aksine çok hafif.

Son 10 yıldır dünyada yeni bir sektör ön planda: “geri dönüşüm”. Çünkü kapitalizme dayalı tüketimle, çöpe attığın her şeyin aslında bir değeri var. Ağaç, su, maden, insan gücü, elektrik gibi, kayıplarla dünyayı yok ediyoruz. Oysaki o güç farklı bir işe kanalize edilip gençlere fırsat verilmeli, suiistimal edilmemeden, adaletsizlik yapılmadan veya zorlamadan, içten gelmeli, kul hakkına dikkat edilmeli, iyi bir insan olabilmek için. Normalde insanların geçmişi özlememeleri gerek, şartlar iyileştikçe rahat yaşamak gerekir. Eskiye özlem sadece materyal olarak, eşya olarak değil. Benim eskiye özlemim aslında her açıdan; insanlık, komşuluk, ahlak, yaşam... Fakirdik ama mutluyduk. Babam ayakkabı tamircisi, annem ev hanımı 3 çocuk büyütmüşler. Şimdi bizim kültürde “Ben yaşayamadım çocuğum yaşasın.” düşüncesi var. Artık oyunlar da oyuncaklarda, her şey yapay oldu. Beslenmede de bu böyle, meyve sebzenin bile organik olanı kalmadı. Eski her anlamda özlenmeli, materyaller geri gelebilir aynı kalitede daha estetik şeyler yapılabilir, ama insan maalesef ahlaki açıdan ciddi çöküşte. Eski eşyalar şimdiki insanlara sempatik geliyor ama en eksik yanımız insanlığımız, tüm dünyada bu geçerli, Avrupa’da zaten yoktu, hiç olmadı. Herkes bencil, kendi için yaşıyor ama herkes bir o kadar da saygılı. Kimse kimsenin hakkını yemez, çöpünü sokağa atmaz. Onların farklı yönü var bizim farklı yönümüz var. Onlar da bizim Türk misafirperverliğimizi bilirler.

Bu mesleği hakkıyla yapabilmek için hangi sanat dallarının bilgisi gerekiyor?


Her şeyin başı sevmek, bu işi severseniz öğrenirsiniz. Bu iş için bir uzmanlık alanına gerek yok, faydası olur ama tarih ya da arkeoloji okumanıza gerek yok. Yeter ki değer verin, zamanla öğreniyorsunuz. Çünkü benim 5 yıl önce alıp sattığımla, şimdi alıp sattığım ürünler arasında fark var. Daha eski, nadir bulunan, göz alıcı, etkileyici ürünler arıyorum. Herkese ve gençlere öneririm, bu iş kimseyi mutsuz etmez. Her işte olduğu gibi bu işi ahlaklı yaparsan, kimseyi kandırmazsan, insanları mutlu edecek şekilde yaparsan, ebediyen bu işi yapmaya devam edersin. Her işte olduğu gibi, kısa süreli hevesle ya da insanları kandırma niyetiyle bu işi yaparsan, sahtecilik yaparsan, bir yere varamazsın. İnsana değer verin ki, insanın elinden geçen şeye de değer verirsiniz.



Son olarak geçmişte-günümüzde-gelecekte bu mesleği nasıl değerlendiriyorsunuz?


Antikacılık asla ölmez bir meslek, değer bilip bilmemekle alakalı. Her işte olduğu gibi severek yapmak gerek, okumak-araştırmak, tarihçesini bilmek lazım. Aldığın ürünü detayına kadar bilirsen, hikayesini bilirsen, müşterine de anlatabiliyorsun. Hayat devam ettiği sürece eski her zaman olacak, çünkü her şey eskiyecek, biz de eskiyeceğiz. Benim arkadaşlarım genelde benden yaşça büyük insanlar ve ben onlardan hep örnek alırım, ders alırım, tecrübelerinden faydalanırım. Ben bir şeyin tamirini beceremem, bana en çok yardım edenlerden biri de Beyhan abidir. Yaşı ve iş tecrübelerinden pratik zeka oluşu, çözüm odaklı oluşu, bana birçok konuda yardımcı olmuştur. Bu yüzden tamir ustalarımızın yaşlı insanlar olması çok önemli, çünkü çıraklıkla başladığı bu işte eksik malzemenin yerine ne koyabileceğini çok iyi biliyor. O yüzden eskilerden öğreneceğimiz çok şey var. Yaşlılar genelde bana, “Biz senin yaşına inemeyiz ama sen bizim yaşımıza geleceksin.” diyorlar. Doğuyoruz, ölüyoruz. Ürün de böyle, yeni üretiliyor ve eskiyor. Eskiden kurmalı saatler vardı, şimdi pilli saatler var, ya da eskiden kablolu telefonlar vardı, şimdi ise akıllı telefonlar var, ilerde de farklı üretimler olacaktır. Önemli olan eskiyi insanlara sevdirebilmek, gerek dekoratif olarak gerek yaşamsal olarak. Umarım hayatımız bize her anlamda eskiyi özletmez. İnşallah yaşam, sağlık, eğitim, gençlerimizin geleceği, iş hayatı, hiç kimseye geçmişi aratmaz. Çünkü yaşamsal açıdan eskiyi özlemek kötüdür, yeni yaşanılan şeylerin kötü olduğunu, tat vermediğini, acı çektirdiğini, insanın artık eski hazzı alamadığını gösterir.

 
 
 

Yorumlar


Yazı: Blog2_Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2021, hayatvesanat tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page