Elif Ömürlü Uyar ile Röportaj
- Zennur Calik
- 30 Oca 2022
- 8 dakikada okunur
Röportaj: Latife Süleyman, Zennur Çalık
Tasavvuf-Tekke Musıkîsi’nin günümüzdeki önemli icracılarından biri olan Elif Ömürlü Uyar. Yalnız güzel sesiyle değil, zarafeti ve meşkiyle de iz bırakanlar arasında.

Bestekâr ve Yüksek Mimar Yusuf Ömürlü ile Ertem Ömürlü’nün kızı, üç çocuk annesi, Elif Ömür Uyar’ı, kendi anlatımıyla tanıyabilir miyiz?
İstanbul’da mûsıkîşinas bir âilenin içine doğdum. Kulağımız küçük yaştan itibaren mûsıkîmizin eşsiz nağmeleriyle dolmaya başladı. Babam yüksek mîmar, bestekâr, koro şefi, mûsıkî hocası Yusuf Ömürlü’dür. Annem Erten Ömürlü ile Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’nde tanışıp evlenmişler. İkisi de Emin Ongan’ın kıymetli talebelerindendi. Daha sonra 1970 yılında Kubbealtı’nda Münir Nurettin Selçuk ve Kemal Batanay ile birlikte mûsıkî çalışmalarını başlatmışlar. Ben de ortaokul yıllarımdan itibaren, babamla birlikte her cumartesi ‘’Kubbealtı Mûsıkî Cemiyeti ‘’ ne devam ettim. Tâ ki evlenip çocuklar oluncaya kadar. Çalışma hayatı, ‘’çocuklar büyüsün’’ derken epeyce ara verdim ama çok şükür şu an daha fazla meşgûl olabiliyorum. Küçük yaşlarda öğrenilen her bilgi kalıcı oluyor. Kolay kolay unutulmuyor. Şimdi, klâsik mûsıkîmize âit bildiğim ve öğrendiğim ne varsa, 2016 yılından beri İstanbul Türk Ocağı’nda talebelerimle paylaşmaya çalışıyorum. Pandemi dolayısıyla iki yıldır derslerimiz ‘’Zoom’’ programı ile uzaktan eğitim şeklinde devam ediyor. Mûsıkîmizi tanıtmaktan, öğretmekten ve sevdirmekten büyük bir haz duyuyorum. Klâsik mûsıkîmizin nâdîde eserlerini birlikte meşk ediyoruz, tanımaya çalışıyoruz.
Bana en çok mutluluk veren şey de ‘’Hocam, biz sizinle çalışmaya başlamadan önce bu klasik eserleri dinleyemezdik.’’ diyen öğrencilerimin olması. Faydalı olabildiğimi hissediyorum. Bizim mûsıkîmizin en önemli özelliği dinledikçe seviliyor olmasıdır.
Annem Erten Ömürlü’yü 2011 yılında ebedî âleme uğurladıktan sonra, 1 Ağustos 2021’de geçen sene de babacığımı Hakk’a uğurladık. Bize çok emek verdiler. Üç kardeşiz. Üçümüzün de mûsıkîyle hemhâl olmamız için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Ruhları şâd olsun inşallah…

Üniversitede iken Süheyla Altmış dört idaresindeki ‘’Üniversite Korosu’’na devam ettim. Kızkardeşim Dilek Ömürlü Güldütuna, ûdî bestekâr Câhit Gözkan’ın ud talebesi oldu. 10 yıl boyunca hiç aksatmadan onun evindeki cumartesi meşklerine devam etti. Ayrıca onun evindeki fasıl gecelerinden feyz almak nasip oldu. 15 günde bir Salı akşamları Câhit Gözkan’ın evinde yapılan mûsıkî toplantılarına giderdik. Erkek kardeşim Emre Ömürlü ise Ken’an Rifâî Hazretleri’nin oğlu Kâzım Büyükaksoy ile mevlid meşketti. Kendileri sıklıkla evimize gelirler ve babamla mûsıkî ve mevlid icrâları hakkında sohbet ederlerdi. Özellikle annem mûsıkî ile meşgul olmamız konusunda elinden geleni yaptı. Çok teşvik etti. Benim eşim de Cahit Gözkan’ın ud talebesidir. Bu kıymetli hocalardan da feyz almak, dolaylı olarak da olsa nasip oldu.
Ben çocukluğumda ve gençliğimde babamla daha ziyâde, klâsik mûsıkîmizden eserler geçmiştim. Fakat kardeşim Emre Ömürlü sâyesinde tasavvuf mûsıkîsinin nâdîde eserlerini öğrenmek ve meşk etmek nasip oldu. Öğrendikçe sevdim, öğrendikçe sevdim.
Bu mûsıkîye güfte olan Nutk-u şerîf’leri düşündüğümüzde,’’ tasavvuf mûsıkîsi ile meşgûl olmak bir tasavvuf sohbetinin içinde olmak gibi, bu müziğe hizmet edebilmek de Allah’a yapılan ibadet gibi’’ diye düşünmekteyim. Dâim olsun inşallah…
Ne demişler? Huzurda olan huzurlu olur.
Bir söyleşinizde babanız Yusuf Hoca’nın “İnsanımız, kâmil insanı tanımıyor.” sözünü dile getiriyorsunuz. Tasavvufu, “insan-ı kâmil olma yolculuğu” diyerek özetlemiş mutasavvıflar. Musikî başlı başına bir lütufken insanın özünü oluşturan meşk ile birleşince bizce daha da eşsizleşiyor. Tasavvufu ve tasavvufun Türk Musikisi ile ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Kâmil insanı tanımak elbette her kula nasip olmuyor. ‘’Mûsıkîye Adanmış Bir Ömür’’ kitabında Ergun Balcı’nın ifadesiyle, babam Yusuf Ömürlü, hayatını ‘’Sâmiha Anne’den öncesi’’ ve ‘’Sâmiha Anne’den sonrası’’ olarak iki döneme ayırır. Hatta gerçek hayat saydığı mânevî dünyasını, Konya yolculuğunda Sâmiha Ayverdi’yle tanıştığı 1958 yılıyla başlatır. Babam ondan aldığı ışığı biz talebelerine aktardı. Eseri bize okurken o aşkı iliklerimize kadar hissederdik.
Nitekim Zekâî Dede’nin öğrencileri de, ondan aşkı meşk ettiklerini söylerler. Savaş Barkçin’in ‘’Görünmeyen Umman - Ahmed Avni Konuk’’ kitabını okuduğumda çok etkilenmiştim.
‘’Ahmed Avni Bey'in mûsıkî hocası Zekâî Dede ile karşılaşması Darüşşafaka Mektebinin mûsıkî derslerinde olmuştur. Darüşşafaka o gün de bu gün gibi yetim ve öksüzlerin talebe olarak alındığı bir okuldu. Zekâî Dede bu okulun ilk mûsıkî hocasıdır ve vefâtına kadar tam 21 sene aralıksız ders vermiştir. Mûsıkî meşki sadece eser geçmeyi, makam ve usûl öğrenmeyi değil, üstün ve aşkın bir ahlâkı ve düşünceyi tasavvufî bir derinlikle elde etmeyi de içerir. O Zekâî Dede'den sadece müziği değil tasavvufu da öğrenmiştir.’’
Bilindiği gibi tekkeler kapanmadan önce hepsi birer konservatuar vazîfesi görüyordu. Bestekârlarımızın pek çoğu oralardan yetişmişlerdir. Bu ulvî mekânların havasını teneffüs edenlerin yaptığı beste de bir başka oluyor hâliyle.
Zekâî Dede’nin eserlerini dinlediğim veya icra ettiğim zaman başka bir âleme geçiyorum sanki. Bütün ama bütün eserlerinde tasavvuf neşvesi hissedilir.
Büyüklerimiz tekrarda fayda vardır derler. Mûsıkî tekrara vesîledir. Hikmetli sözler gönlümüze nakşolmaya başlar, basîret gözü açılır. Hele tasavvuf mûsıkîsi ile meşgûl olmak Hak sohbeti dinlemek gibidir.
Ne güzel söylemiş Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri…
Mûsıkî hikmete dâir fendir / Bilene bilmeyene rûşendir / Nice esrârı var idrâk edecek / Pür gelir sîneleri çâk edecek
Şarkılara bile ilham veren tasavvuf neşvesidir. Bazen bir şarkıyı dinlediğinizde bu ilâhî olabilir dedirtir size…
Büyük bestekârlarımızdan Yesârî Âsım Arsoy “Dinin müzik üzerinde tesiri var mıdır?” sorusuna;
“İlham, Allah`ın verdiği bir his, bir duygu olduğuna göre, aşka dayanan her mevzûda dînin, bâhusus îmânın büyük tesiri vardır.” cevabını vermiştir.
Tarihimize bakınca musikî ve su sesinin, ruhî hastalıkların tedavisinde kullanıldığını görüyoruz. Bu bağlamda oluşmuş bir atasözümüz dahi var; “Müzik ruhun gıdasıdır.” Siz, bir ses sanatçısı olarak bu sözü nasıl yorumlarsınız?

Ben bu söze karşılık olarak ‘’Hangi müzik?’’ sorusunu sormak istiyorum. Her müzik ruhun gıdası olabilir mi? Burada yeri gelmişken babacığımın kitabından çok sevdiğim bir bölümü nakletmek isterim.
Yusuf;
“Öyle biliyordu, öyle inanıyordu, içine öyle doğuyordu ki; Allah’ın
inâyetiyle, başlangıcı belli olmayan bir zamanda yüreğiyle perçinlendiği
büyüklerinin himmetiyle, inançlı gayretiyle, mutlaka iyi mûsikînin
yanında olacaktı.
Bu ‘iyi mûsikî’ de, san’at ürünü olma özelliğini taşıyan, insan gönlünü
yücelten, yeryüzünün çok geniş bir alanında yüzyıllardan beri
çalınıp söylenen, aslî özelliklerini kaybetmemiş, millî benliğimizi
kavrayan bir mûsikîydi, yâni Türk mûsikîsiydi.”*
İki türlü müzik vardır. Ulvî ve süflî olarak ifâde edilebilir. Hangisini dinlerseniz ona benzersiniz. Dünyaya çeken ve öbür âleme kapılar açan… Zaten bütün sıkıntılarımız, dünya nimetlerine aşırı bağlanmaktan kaynaklanmıyor mu? Neye aşırı bağlanırsak Allah onunla imtihan ediyor. Lûtfunu dileriz dâima…
Dolayısıyla yukarıda tarif edilen mûsıkî yani ulvî duygular uyandıran mûsıkî bize şifâ olur ancak…
Büyük şâirimiz Yahyâ Kemâl ‘’Eski Mûsıkî’’ şiirinde ne güzel ifâde etmiştir:
Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden / Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden / Açar bir altın anahtarla rûh ufuklarını / Hemen yayılmaya başlar sadâ ve nûr akını.
Cinuçen Tanrıkorur Bûselik makâmında bestelemiştir. Bu satırları okuyanlar bu eseri de dinlesinler inşallah…
Neyzen Niyâzi Sayın da tam tersi, ‘’Ruh müziğin gıdasıdır.’’ demiş. Aslında bence ikisi de doğru. Ama sanki Niyâzi Hoca’nın dediği daha doğru gibi. Önce müzik vâr olduğuna göre, müziği de vâr eden, ya da bestekâra ilham veren ruhtur. Eğer güfteli bir eserse güftedeki ruh hâlidir yine ilham veren. Eğer saz eseri yani sözsüz bir eser ise o kişinin içinde bulunduğu ruh hâli besteye can verir. Ama diğer taraftan baktığımızda bestelenmiş müziği dinleyen için müzik onun ruhunun gıdası oluyor. Bu böyle zincirleme bir şekilde devam eder. Üzerinde derinlemesine konuşulabilecek bir konu bence.
Çok şâhit olmuşumdur. Klasik mûsıkîmizle ya da tasavvuf mûsıkîmizle hiç alâkası olmayan bir kişi okunan bir ilâhîden ya da mûsıkî icrasından son derece etkilenmiştir. Bunun iki sebebi olabilir. Ya icrâ eden çok güzel, gönülden, hissederek okuduğu için tesir etmiştir. Ya da dinleyen kişinin ruh hali bunu hissetmeye o anda çok müsâittir. Duyduğu ve dinlediği müzik, onun rûhuna tesir etmiştir.
Ud virtiözü Cinuçen Tanrıkorur Hocamızın çok kıymetli makaleleri, eserleri var. Biz, Cinuçen Tanrıkorur’u sizinle tanıdık. Kendisi hakkında bize neler söylemek isterseniz?
28 Haziran 2000 yılında, 62 yaşında iken ebedî âleme uğurladığımız, ud virtüözü, besteci, ses sanatçısı, mûsikî hocası, yazar, mîmar, müzikolog, hitâbet ustası Cinuçen Tanrıkorur’a Allah’tan rahmet dilerim.
Bazı insanlar vardır ki zâhiren aramızda olmasalar bile geride bıraktıkları eserleriyle ve hatıralarıyla berhayattırlar. Benim nazarımda böyle berhayat olan insanlardan biri de Cinuçen Tanrıkorur olmuştur. Yalnız Türk müziğine değil, Türk şiirine, edebiyatına, mîmârîsine merak duyan herkesin tanıması gereken bir büyük değerdir.
Babamın Güzel Sanatlar Akademisi’nden sınıf arkadaşı idi. Birlikte klasik eserler geçmişlerdir. Hatta çok güzel kayıtları var. Babam okuyor, o uduyla eşlik ediyor. Zaman zaman paylaşıyorum.
Nûr içinde yatsınlar inşallah…
Cinuçen Tanrıkorur dendiğinde ilk olarak aklıma gelen şey ‘’kalite’’. Cinuçen Tanrıkorur eserleri ile meşgûl olmaya başladığınızda zevk-i selîminiz artmaya başlar. Bu çok mühim. Hayatımız boyunca bunu şiar edinmeliyiz aslında. Meşgûl olduğumuz her ne ise bize güzel ve doğru kapılar açmalı, zevk-i selîmimizi yükseltmeli. Meşgûliyetlerimiz bize değer katmalı, ulvî duygularla doldurmalı, yükseklere taşımalı. Bu işin mânevî boyutu.
Bir de müzik açısından Cinuçen Bey’i değerlendirdiğimizde inanılmaz bir melodi zenginliğinin içinde buluruz kendimizi. Onun her eserinde farklı nağmeler farklı makamlarla karşılar bizi. Nağme zenginliği demek duygu zenginliği demektir. Duygu dünyamız, mânevî dünyamız genişler. Bunu hissedebiliriz. Müzik alanında kendini geliştirmek isteyen, mutlaka Cinuçen Tanrıkorur eserlerini çalışmalı ve öğrenmelidir.
Bir de işin edebiyat tarafına bakacak olursak, kendisi zaten mükemmel bir Türkçe konuşuyor. Pek çok dile vâkıf. İtalyancayı bile İtalyanlardan daha güzel konuştuğunu söylüyorlar. Artık Türkçeyi nasıl konuştuğunu siz hayâl edin. Bu sebeple eser bestelerken belli şâirlerin şiirlerinde yoğunlaşmış, bestelediği bütün güfteler şiirler üst seviyededir, bir tane sıradan şiir yoktur.
Kitapları bize rehber olacak sohbetler ve makâlelerle doludur. İstifâde edelim inşallah. Sevgili kardeşim Emre Ömürlü onun meşk topluluğunda, onunla birlikte çalıştığı için kendisinden dinlediğim hatıralar, çalışma üslûbu, yine kardeşimin sayesinde tanıdığım besteleri beni çok etkilemiş ve sevmeme araştırmama vesile olmuştur. Meselâ Yahyâ Kemâl’in ‘’Mehlika Sultan’’ şiirini ‘’Bûselik’’ makâmında bestelemiştir. Dinlemenizi tavsiye ederim. Kezâ yine Yahyâ Kemâl’in ‘’Büyük Itrî’’ şiiri kimbilir kaç saatlik tarih dersine bedeldir. Bir tek bu eseri öğretseler yeter.
9 Ağustos 2021 Muharrem ayının başlangıcı. Onun Dügâh makamında bir Âl-i Abâ mersiyesi var ki muhteşem. Keşke okunsa, kaydedilse, ne güzel olur. Sevgili kardeşim yıllar önce bir konserde okumuş. Kaydını dinlemek nasip oldu. Bunun gibi her olay, her önemli gün, kısacası her vesîle ile farklı formlarda pek çok eser bestelemiş. Bunu ancak duygu dünyası çok zengin olan bir kişi yapabilir. Sanki her duyguyu melodiyle ifade etme kabiliyeti ve arzusu vermiş Yüce Allah.
Mevlevî âyini, münâcât, na‘t, tevşîh, durak, mersiye, ilâhi, çocuk ilâhisi, şuğul, nefes, peşrev, saz semâisi, medhal, oyun havası, longa, kâr, kâr-ı nâtık, kârçe, beste, ağır semâi, yürük semâi, fantezi, şarkı, destan, gazel, ağıt, ninni, mâni, çocuk şarkısı, marş gibi dînî ve diğer alanlarda hemen her formda eser bestelemiş velûd bir sanatkâr olan Cinuçen Tanrıkorur’un bu eserleri arasında Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı İstiklâl Marşı için yaptığı beste de bulunmaktadır.
Dr. Alâeddin Yavaşça diyor ki: ‘’Başka bir kişi onun bu hastalıklarından birisine dûçâr olsa birçok yeteneklerini kaybedebilir. Bu hastalıklar onun üzerinde kamçı tesiri yapıyor. Hastalandıkça daha çok çalışıyor. Üresinin yüksek olduğu dönemde başka bir kişi o değerlerle komaya girer. O bir konferansa hazırlandı. ‘’
Diyaliz makinasında bile beste yapmıştır. ‘’Allah’a şükür sağ elim ve kafacığım serbestti.’’ diyor ve tedavi sonrası 76 besteyle yurda dönüyor.
Rûhu şâd olsun inşallah…
Ord. Prof. Süheyl Ünver’in sizin de çok sık dile getirdiğiniz bir sözü var; “İnsanın bir işi olmalı bir de meşgalesi olmalı. O meşgale de kültürümüzdür” diyor. Bu bağlamda sizler de işletme mühendisliği mezunu olup birçok konserde solistlik ve şeflik yapan, kemençe eğitimi almış zarif bir hanım olarak biz gençlere neler söylemek, hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Ne güzel söylemiş Süheyl Ünver. Kendisi ömrünün bir dakikasını bile boş geçirmemiş örnek insanlardan.
Her insan rızkını temin etmek için bir işte çalışır. Meşgalemiz ise rûhumuzu yüceltecek, olgunlaştıracak olan güzel sanatlarımızdan biri; hat, tezhip, minyatür, ebrû, mûsıkî olmalıdır. Hepsi de derin mânâlar içeren, işimizin dışında kalan zamanlarımızı değerlendirebileceğimiz faydalı meşgûliyetlerdir. Belki yoğun çalışma temposu içinde olduğumuz, çoluk çocuk büyütme derdinde olduğumuz belli dönemlerde bu gibi faaliyetlere çok zaman ayıramayabiliriz. Onun için gençlere tavsiyem zamanlarını boşa geçirmesinler. Olgun yaşlarda en güzel meşgale müziktir. Benim gibi küçük yaşlarda başlarlarsa, daha sonra kaldıkları yerden devam edebilirler. Böylece ilerleyen yaşlarında bol bol uğraşacak, eser üretecek zamanları olur. En önemlisi kişisel gelişimimize fayda sağlayacak meşgalelerdir hepsi. Misal verecek olursak, yaşlılar bulmaca çözmeye çalışırlar, hafızalarını diri tutmak için. Halbuki mûsıki icra etmek, zihni çalıştırmak ve dipdiri capcanlı tutmak için birebirdir. Düşünsenize, bir sürü güfte ve siz bunları ezberlemeye, hâfızanızda tutmaya çalışıyorsunuz. Hem de melodisiyle birlikte. Yani çift yönlü çalışıyor beyin. Bir de usûlü düşünecek olursak üç yönlü bir beyin fırtınası.
Halk arasında yanlış bilinen bir şey var. ‘’Benim sesim yok ki!’’ İyi de kimse sizden müzisyen olmanızı veya ses sanatçısı olmanızı beklemiyor ki! O Allâh’ın bazı kullarına bahşettiği bir nîmet.
Diğer sanat dalları için çok özel kabiliyetler gerekebilir. Ama %90 herkesin bir mûsıkî kulağı ve birkaç şarkıyı öğrenip söyleyebilecek kadar sesi vardır. Ayrıca mûsıkî ile meşgul olmak, onu zevk edinmek sadece icra etmekle sınırlı değildir. Araştırmacı, arşivci, paylaşımcı olarak da hem mûsıkîye hizmet etmiş hem de kendinize ve milletinize faydalı olmuş olursunuz. Bunu yapan pek çok insan tanıyorum. Sözlerimi şununla noktalamak istiyorum. ‘’Yaşamınızda müziğe yer açın!’’ Amacımız müzisyen yetiştirmek değil, sanatı insanın estetik ve rûhî gelişimine hizmet eden bir vasıta kılmaktır. Teşekkürlerimle…
Kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız ve pek çok konuda bu önemli bilgileri bizimle paylaştığınız için biz teşekkür ederiz.




Yorumlar